1980 RP

73 bin karakter ve 42 dakika ortalama okuma süresiyle kendi rekorumu saatler içinde kırdım. Bu kadar uzun olsun istemiyordum ama ne yapalım. Parça parça da okuyabilirsiniz. Şimdiden iyi okumalar dilerim.
Bu yazıda 40 yıl geride kalmış bir rol sunucusunun hukuk sistemini inceledim. Biraz da hukuk dersi gibi oldu.
İçindekiler
Giriş
Düşündüm.
Çok düşündüm.
1,5 ay boyunca nereden geldiğimi, nasıl biri olduğumu, niye bunları yaptığımı düşündüm. Son iki yılımın benim için ne anlama geldiğini bulmaya çabaladım.
Bu yola başlarken ve bu yolda yürürken yanımda olan bir sürü insanın gittiğini gördüm. Dost dediklerimin, içtenliklerine inandıklarımın, en saf duygularımla sevdiklerimin başka yollarda yürüdüklerine tanıklık ettim. Geriye kendimin kaldığını anladım.
Beni seven bir sürü insandan destek gördüm. Ancak güneşim tutulmaya hep devam etti. Şikayetçi değilim çünkü anlıyorum. Ama anladığım şeyi kabul etmek istemedim.
İnsanların özgür olması gereken ve onları insan yapan iradelerini bu denli yitirdiklerini, kendilerinden bu denli vazgeçtiklerini, her türlü hak ve özgürlüklerini adeta verdikleri gerçeğini kabul etmek istemedim. İnsanların, korkularıyla satın alınabilen ev eşyaları olduklarını kabul etmek istemedim.
Bu sözlerimin muhatabı bir grup değil, ben dahil olmak üzere hepimiz. Hepimiz insanın ne olduğunu unuttuk. Özgür olduğumuzu, düşünmekten korkmamamız gerektiğini, haklarımızın olduğunu ve prangalara bağlanmış bir hayatın, insan hayatı olmadığını unuttuk.
Hepimizin birlikte olduğunu ve birlikte olmadığımız sürece var olamayacağımızı unuttuk. Bundan, kabul etmek isteseniz de istemeseniz de, hepimiz sorumluyuz. Konuştuğumuz ve sustuğumuz her andan sorumluyuz.
Konuşmayı ve yazmayı bıraktım. Her şeyi bırakmak istedim. İki yılımı ve belki daha fazlasını, iyi ve kötü bütün anılarımı unutup yeni bir yola başlamayı istedim. Yeni yola başlıyordum ama arkamda kendimi bırakarak, bensiz bir yola başlıyordum.
Görüşlerine değer verdiğim yakın bir arkadaşım benimle konuştu. Devam etmek istemiyordum ancak o kendim için değil, hiç olmazsa beni seven insanlar için, bu olaylara sessiz kalınmaması için yazmamı istedi.
Ben de yazdım.
Kendimi daha fazla kaybetmemek için yazdım.
Bugüne kadar susmadıklarıma susmamak için, eleştirdiklerim gibi olmamak için yazdım.
Ben, ben olduğum için yazdım. Başkası olmak için veya başkasının olmamı istediği biri olmak için değil, yalnızca ben olduğum için yazdım.
İnsanın nefes alıp veren, yemek yiyip su içen ve tuvaletini yapan bir canlıdan farklı olduğuna inandığım için yazdım. İnsanın iradeden ibaret olduğunu düşündüğüm için yazdım.
Yazarken her şeyimi bir kenara bıraktım. Böylesinin daha iyi olacağını düşündüm.
Bu dizeleri yazdıktan sonra ise ne yaptığımı sorgulayıp bitirmek istedim. Yine aynı dostum gerekirse aylarca ara verip yine de yazmamı, günde dakikalar ayırarak bu yapılanlara sessiz kalmamamı istedi. Yine ısrar ederek hukuka inanan birisinin bunu yapması gerektiğini, vazgeçmemesi gerektiğini söyledi.
Hukuk hepimize lazım olacak. Bugün değilse yarın, yarın değilse sonraki gün, o gün değilse ondan sonraki gün ama bir gün mutlaka lazım olacak. Size hak, hukuk diyerekten insanların keyfi iradelerine itaat etmenizi isteyen kişilerin sizi kandırmasına gönlüm razı gelmiyor.
Ben gerçek hayatıma yoğunlaşma kararı aldım ve bunu gerçek hayatımı buraya kıyasla doğal olarak daha çok önemsemem gerektiği için yapacağım. Ancak susmayacağım.
Belki az yazı yayınlayacağım, belki az konuşacağım ama susanlardan olmayacağım.
Gözlerini, kulaklarını ve ağızlarını kapayıp üç maymunu oynayanlardan olmayacağım.
Size bunları reva görenlere razı olmadığım için yazacağım.
Yazılarımız ne kadar yararlı olur bilmiyorum ama siz kendinizin insan olduğunu kabul etmeden, iradenizin özgür ve bağımsız olduğunu kabul etmeden, başkalarının egemenliği altında köle gibi yaşamaktan vazgeçmeden bu yazılarımızın hiçbir anlamı olmayacak.
O zaman yavaştan başlayalım.
Girişte de açıkladığım gibi uzun bir süre ortalıkta yoktum. 28 Ağustos 2021 tarihinde TCRP adlı rol sunucusundan, haftalardır hem sunucu yönetimi tarafından hem de onun desteklediği paralel yapılanma tarafından maruz kalmış olduğum yoğun baskılar nedeniyle ayrılmak zorunda kaldım.
Ardından uzun süre sessizliğimi korudum. Hakkımda paralel yapılanmanın uydurduğu iftiralara karşı yanıt verebilmek adına 16 Eylül 2021 tarihinde Akkoin adlı halk sunucusunda dört bin küsür karakterlik bir yazı yazdım ve oradan ayrıldım. Bunlar dışında ise rol ülkelerinden gelen bütün teklifleri geri çevirdim.
Aktif rol yapmama kararı aldım çünkü çalışmalarımız bundan dolayı olumsuz etkileniyor. Bunun dışında rol sunucularında aktif rol yapmayarak yalnızca yazılarımızla ilgili konuları öğrenmek adına bulunabilirim.
Gerçek yaşamımız nedeniyle Discord ve diğer hesaplarımızda eskisi gibi aktif olamayacağız. Resmi hesaplarımızdan da ciddi eleştiriler ile ilgilenip toksik insanların sözlerine muhatap olmayacağız.
Hem ortamın uygun olmaması hem de çalışmalarımızı olumsuz etkilediğinden video yöntemini bırakarak yazı yöntemine yeniden başladık. Ayrıca görüntülenme sayısının ve aboneliklerin de çalışmalarımızı olumsuz etkilediğini, bilimsel gözlemlerimizi bir ring alanına çevirdiğini gözlemledik.
Yazılarımızı daha az sıklıkta yayınlayabileceğiz, bazı zamanlar ise haftalarca yayınlayamadığımız zamanlar olacak. Artık herkese kişisel tanıtım yapmanın da vakti, bu duyuru niteliğindeki yazıdan sonra son buluyor. Okumak isteyen takip edip okur, istemeyen takip etmez okumaz.
Yazmamızın amacı daha fazla kişinin okuması değil, bir farkındalık yaratmak. Yazdıklarımızı okuyup olayın farkında olmak ve gerekenleri yapmak ise bizim değil bizi takip edenlerin sorumluluğunda. Tek kalsam da dönmek yok.
TCRP’den Neden Ayrıldım?
Ayrılmamın Nedeni
TCRP’nin ne cumhuriyet ne de roleplay sunucusu olduğunu biliyoruz. Bunu incelemeden önce neden ayrıldığımızı ayrıntılıca açıklayalım.
Öncelikle isteğimize bağlı olarak mı ayrıldık, yasaklandık mı yoksa ne oldu? Yasaklanmadık, ayrıldık. Ancak ayrılmamız özgür irademize bağlı olarak gerçekleşmedi. Sunucu yönetiminin ve paralel yapılanma ile onun işbirlikçilerinin yoğun baskıları sonucunda artık işimizi sürdürebilmemize hiçbir olanak kalmadı. Ne yaparsak yapalım görevimizi yerine getiremeyecek duruma geldik. Hiçbir destek alamadığımız bir dönemde sunucuda fiilen mutlak yetkiye sahip olan yönetim dahi kuyumuzu kazmak adına elinden gelen her şeyi yaptı. Bu açıdan yapabileceğimiz bir şey kalmamıştı, sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen dostlarımızın destekleri dışında hiçbir destek de alamadık.
Neyzen ve Sunucu Yönetimi İşbirliği – Ayrılmamızın nedeni elbette ki bir süreçtir ancak bu sürecin son damlası, sunucuyu 750 TL dolandıran Moderatör ve Eski Cumhurbaşkanı Neyzen (Bartu Albayrak) adlı soytarının beni 29 Mayıs 2021 tarihinde yaptığım yani o döneme göre üç ay önce yapmış olduğum (bu süreç içinde temmuz ayının sonlarına doğru suçsuz yani masum olduğum Royal Yönetimi ve TCRP Yönetimince kabul edilmiş olup davet edilmeme karşın) bazı özel konuşmalarımdan dolayı sorumlu tutulmaya çalışılmam ve bu konuda paralel yapılanmanın sözünden çıkmayan Sunucu Yöneticisi Oğuz Bey’in bu dolandırıcıyı dinleyerek ve muhtemel ki onu oraya getiren çevrelerin sözüyle hareket etmek yoluyla adeta ”sunucudan atılmam için açıklarım arandı”. Ve işte bu açığı bulduklarına inanıp baskılarına son hız devam ettiler. Değil yasaklanmak, onurumu zedelemek için ”Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yasağı” vermeye çalıştılar. Yani rol alemine benim getirmiş olduğum, benim kurduğum bir kurum olan anayasa mahkemesinden beni yasaklamaya çalıştılar. Bunun için zaten her daim fırsat kolladılar ve ben de artık bu yönetimle hiçbir şeyin değişmeyeceğini görünce ayrılma kararı aldım.
Paralel Müsteşar I – Bana ilişkin OOC yapılanma kurma iddiaları yalnızca bundan ibaret değildir, eksiden de Paralel Müsteşar Gigi Hadid elinden geleni ardına koymayarak adeta ”çırpınarak” Akkoin’de 70-80 kişilik herkese açık sunucuda yaptığım bir duyurunun OOC yapılanma olduğunu iddia edebilmiştir. Aynı kişi Mecliste Cumhurbaşkanına mazbatasını verirken yapmış olduğumuz konuşmada darbeyi kınamamız sonrasında meclis kürsüsüne siyah örtü örtmemizin ardından MİT Müsteşarı olarak Anayasa Mahkemesi Başkanı olan bizi yani Barış Yasaman’ı öldürmek için sunucu yönetiminden izin istemiş, yalvarmış ve isteğini moderatörlerin oybirliğiyle reddetmesinin ardından yakın arkadaşı Oğuz Bey’e yakınmış, onu engellemiş, açıkçası ağlamıştır. Kendi isteği olmayınca rolü iptal ettirmeye çalışan bu anlayış rol aleminde var olduğu sürece üzgünüm ama hiçbir şey değişmeyecektir.
Paralel Müsteşar II – Yine Paralel Müsteşar bize karşı hiçbir şey yapamamanın çaresizliği sonucu bir takım konuşmalarımızın fotoğraflarını kesip biçerek halk nezdindeki itibarımızı sarsmaya çalışmıştır. Benim Paralel Müsteşarla hiçbir şekilde ittifakım söz konusu olamaz, bunu beni tanıyan veya yazılarımı okuyan veya videolarımı izleyen herkes açıkça bilir. Benim kendisine ittifak teklif ettiğim ve bunu da OOC’den yaptığım doğrudur ancak aklı olan biri bunu hangi durumlarda teklif ettiğimi sorgular, bir şey bilmeksizin suçlamalar yöneltmez. Cumhurbaşkanlığını işgal eden Neyzen adlı soytarı hukuksuzca aldığı kararlar halkın kabul ettiği Anayasaya tamamen uygun bir şekilde iptal edildiği için buna dayanamamış, tarihteki her diktatörün uğradığı güç zehirlenmesine uğramış ve ülkenin Anayasa Mahkemesine saldırmaya çalışmıştır. Bu kişi orduyu gece yarısı toplayarak Anayasa Mahkemesine karşı kışkırtmış ve silahlı kuvvetleri isyana teşvik etmiştir. Bunun dışında Başbakan ve ileri gelen askeri personelle konuşmalar yaparak Anayasa Mahkemesi Başkanını yani bizi Mecliste vatan haini ilan ettirmeye çalışıp hakkımızda idam cezayı vermeyi planladı. Bu hain planlarının hepsini OOC’den yürütmesi bir yana, ülkenin demokrasisine ettiği ihanet apayrı bir boyuttadır, kendisi bu şekilde sorumsuz davranmasaydı muhtemelen bir aydır düzeltmeye çalıştığımız sivil-asker ilişkileri bu denli bozulmayacaktı. Tabi paralel yapılanma hiç rahat durmaz o ayrı mevzu da. Neyzen Bey bu şekilde devletin bir kurumuna karşı devletin silahlı güçlerini örgütlerken biz de bu yüzden hem Paralel Müsteşara hem de Paralel Genelkurmay Başkanına yazmak zorunda kaldık. Bunun da amacının ittifak kurmak değil, ülke için paralel yapılanmadan daha tehlikeli olan bu kişiden devleti kurtarmayı sağlamak olduğunu bizi tanıyan veya olayları bilen herkes rahatça anlayabilir. Paralel yapılanmaya karşı olan mücadelemiz geçmişte sürdüğü gibi sürmektedir.
Darbe – Aynı şekilde sunucu yönetimi darbenin olması için herkesi zorlarken bizi de bunu istemeye zorlamıştır. Benim önümde iki seçenek vardı. Ya insanlara sunucudan çıkın deyip herkesi çıkartmaya çalışıp ortalığı iyice karıştıracak, belki de kavgalara yeniden neden olacaktım ya da Royal Yönetiminin TCRP’yi gerçekten yönetebileceğine inanıp o güne dek harcamış olduğumuz emeklere yeni emekler ekleyerek daha güzel bir sunucu kurabilmemiz için uğraşacaktım. Birinci yolu seçebilirdim ama ben geleceğe olan umudumu yitirmeyerek ikinciyi seçtim. Aynı şekilde darbenin iyi sonuçlar getirmeyeceğini bildiğimden ve hatta ülkeyi oldukça kötü bir hale getireceğinden halkın darbelere daha karşı bir pozisyon alabilmesi için buna sessiz kaldım, nitekim darbeciler değil ülke yönetmeyi, uzmanlık alanları olduğunu iddia ettikleri askerliği bile yapmayı beceremediler.
OOC Yapılanma – Yanlış ararsak hepimizde yanlış buluruz. OOC yapılanma iddialarına karşın söyleyebileceğim tek şey, beni bu konuda suçlayanların bu konunun uzmanları olduklarıdır. Onun dışında sunucu yönetiminden, paralel yapılanmasından tutun da siyasi partilerin üye yapıları, seçimlerde kullanılan oylar ve üyelere kadar tutun OOC yapılanma olarak algılanan durum her yerde vardır ve olacaktır, bunu engellemeniz olanaksız. En profesyonel rol oyuncularında bile OOC yapılanma her daim belli ölçülerde olacaktır, bunu engelleyemezsiniz. Ben OOC’de beni tehdit etmiş, hakkımda her türlü iftirayı atmış birini IC’de dostum olarak kabul edemem, kimsenin de etmesini istemiyorum. Buna Mixing diyeceklerdir ancak ben gerçekçi bakıyorum ve insanın gerçek yaşamının buradaki yaşamından daha önemli bir yer tuttuğunu söylüyorum. Ancak gruplu yapılanmalar var diyorsanız bunu ispat etmek zorundasınız, ispat etmediğiniz sürece sözleriniz iftira sayılır. Benim hiçbir gruplu yapılanmam olmadı, olduysa buyurun ispat edebilirsiniz. Ancak sonuç olarak diyeceğim şu ki benim için OOC yapılanma önemsiz, kendi alanım olan hukuki gelişim önemli. Dolayısıyla hukuk alanında yaptığımız çalışmalarda bu iddiaların önemi üzgünüm ki sıfır.
Royal – Bunun dışında rol tarihine geçsin ki Royal Yönetimi bu konuda sessiz kalmıştır. Bir grup paralel yapılanmacının TCRP’yi ele geçirmesine, hukuk düzenini ortadan kaldırmasına ve RP’de yaşanılan yılı on yıllarca geriye çekmesine sessiz kalmıştır. Dolayısıyla Kaan Bey’in başında olduğu Royal Yönetimi bu olayların tamamından sorumludur. Bir sunucunun yönetimi o sunucuyu para ödeyerek emeksiz bir şekilde satın alıp sonra da başıboş bırakmakla sağlanmıyor. Bu şekilde sorumluluktan kurtulamazsınız. Bizim gözümüzde Muhbir Neyzen, Paralel Müsteşar, Paralel Yapılanma, Oğuz Bey ve Royal Yönetimi birbirinden farksızdır. Hepsi aynı haksızlığın, susmuş başka yüzleridir.
Biz yine de Royal Yönetiminin yeni bir yönetim olması dolayısıyla eskiden sorumlu olmamasından kaynaklı olarak kendisine 2021 Temmuz sonundan itibaren yeni bir fırsat tanıdığımıza pişman değiliz. Pişman olsaydık biz ilkelerine göre değil, çıkarlarına göre hareket eden kimselerden olurduk.
Ayrılmamızın nedenleri temel olarak bu iken hakkımızda sunucudan yasaklanmamızın konuşulduğu da bize ulaşmıştır. Yasağımın olup olmadığını bilmiyorum çünkü hiç tıklamadım. Ama yasaklamışlarsa beni pek ilgilendirmiyor, asıl şu anki üyelerin ileride başlarına neler gelebileceğini söylüyor.
TC mi?
TCRP ne demek? Türkiye Cumhuriyeti Role Play demek. Yani bir role play sunucusu. İnsanlar buraya girip Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyormuş gibi davranıyor, rol yapıyor. Bu role play sunucusu, sunucunun kurulduğu dönemki Türkiye Cumhuriyetini konu ediniyor.
Rol, Ocak 2020’de yapılan seçimlerle yeni bir partinin iktidara gelmesiyle başlıyor. Peki bu rol ülkesinin 2020’deki Türkiye Cumhuriyeti ile ilgisi var mı? Bakalım.
1 – Nisan 2020’de, 14 Temmuz 2021’de ve 18 Ağustos 2021’de darbe yapıldı. Eylül 2020 ve Şubat 2021’de muhtıra verildi. Toplumun üstündeki askeri baskı ve askerlerin sivilleri aşağılaması hep sürdü.
2 – Anayasa Mahkemesi Başkanına karşı Cumhurbaşkanı orduyu toplayarak plan kurdu ve Meclis tarafından vatan haini ilan edilmesi için uğraştı.
3 – Anayasa Mahkemesi Başkanı MİT Müsteşarı tarafından öldürülmeye çalışıldı.
4 – Başbakan Yardımcısı Mecliste Genelkurmay Başkanının emriyle öldürüldü.
5 – Cumhurbaşkanı MİT’e MGK’da başbakan yardımcısı ve bakanları öldürme emri verdi.
6 – Jandarma Genel Komutanı bir milletvekilinin milletvekilliğini düşürdü ve Meclisin üzerinden alçak irtifada jet uçuşu düzenledi.
7 – Genelkurmay Başkanı ve MİT Müsteşarı Mecliste istemedikleri bir yasa geçince darbe yaptılar.
8 – MİT Müsteşarı görevden alınınca Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanına ve Anayasa Mahkemesi Başkanına muhtıra verdi.
9 – Sunucu Yönetiminin desteğini alan askeri rp oyuncuları ordudan ne yaparlarsa yapsınlar ihraç edilemedi.
10 – Sunucu Yönetiminin desteğini alan MİT Müsteşarı yeni cumhurbaşkanlarının onu görevden almaya çalışmasına karşın bir yıl boyunca hiçbir şekilde görevden alınamadı.
Yazarken içim bunaldı.
Böyle daha bir sürü olay var da şu anda anımsayabildiklerim bu kadar. Yani sıradan teğmenlerin Cumhurbaşkanına hakaret etmesi mi dersiniz kuvvet komutanlarının hükümete yönelik ”silah arkadaşlarımızın sabrını taşırmayın” dediği konuşmaları mı dersiniz artık bir sürüsü hem sitemizde hem ilgili yerde veya kayıtlarda var.
Şimdi yukarıda saydığım bu on tane olayı ben yapmadım. Hiçbirinin yapılmasında en ufak bir parmağım yoktur. Bunu yapan kişileri zaten biliyoruz.
Siz bu olayların olduğu bir yere 2020 Türkiye’si diyebilir misiniz? Ben diyemiyorum. Çünkü 2020 Türkiye’sinde iki üç ayda bir darbe yapılmıyor, askeri vesayet devlete hakim olmuyor veya Cumhurbaşkanı Yardımcısı Genelkurmay Başkanınca Mecliste öldürülmüyor. Veya Cumhurbaşkanı bakanları MİT’e öldürtmeye çalışmıyor. Hadi Türkiye’yi geçtik, 2020’de bu olaylar Uganda gibi ülkelerde bile gerçekleşmiyor.
Daha geçtiğimiz ay Gine’de darbe oldu. Afrika ülkesi, gelişmemiş bir ülke. Burada bile Cumhurbaşkanı şu anda ev hapsinde ve bildiğim kadarıyla devletin üst düzeyinden kimse öldürülmedi. Ama TCRP’de herkes birbirini öldürmeye çalışıyor. Askeri rp yapanlar üzgünüm ama askerlikle ilgili hiçbir şey bilmiyorlar. Bildikleri tek şey darbe yapıp artık Afrika ülkelerinde olan rejimlere özenmek ve rolü batırmak.
”Burası rp, olur öyle şeyler” diyenler olacak, hayır olamaz. Siz 2021 Türkiye’sinin rolünü yapıyoruz diyecekseniz Türkiye’nin bugünkü konumuna, Batı karşısındaki konumuna göre devlet yönetme rolü yapmak zorundasınız. 1970’lerde 1980’lerde yaşanan olayları bugünün konusu haline getiremezsiniz. Dünya o günden bugüne çok değişti ve aynı şekilde Türkiye de değişti. Ha eğer fantastik roldeyseniz tabi ki bunları yapabilirsiniz ama ülke rolündeyseniz bunları yapamazsınız ya da sunucunun adını 1980 RP olarak değiştirip bunları yapabilirsiniz.
Ben bu olayların olduğu yere TCRP diyemiyorum çünkü değil. Bu olaylar 2020’yi değil 1980’i hatta bazı zamanlar 1970’i yansıtıyor. 50 yıl önce olan çağ dışı olayları nasıl normal karşılayalım?
RP mi?
Yukarıdaki bölümde TCRP’nin TC ile hiçbir ilgisinin olmadığını gördük. Peki TCRP’nin RP ile yani rolle ilgisi var mı? Gelin inceleyelim.
1 – Anayasa ile kurulması zorunluyken Anayasada hiçbir değişiklik yapılmadan Sunucu Yönetiminin kararıyla askeri mahkemeler açıldı.
2 – Meclisin isteği doğrultusunda Yüce Divanda yargılanıp hüküm giyen Genelkurmay Başkanının cezası, kararın alınmasından 23 gün sonra Sunucu Yönetiminin kararıyla geçersiz sayıldı.
3 – Genelkurmay Başkanı ve Jandarma Genel Komutanının Yüce Divan kararıyla hüküm giymiş bir tutukluyu Silivri Cezaevinden kaçırmalarına ilişkin DM grubundaki yazışmaları Sunucu Yönetimi kararıyla rolden sayıldı.
4 – Muhtıra sonrası Anayasa Mahkemesinin darbeciler hakkında çıkardığı tutuklama kararı Sunucu Yönetimi tarafından silindi ve Anayasa Mahkemesi Başkanının bunu tekrar atmasıyla susturulmakla tehdit edildi.
5 – Muhtıra sonrası Cumhurbaşkanına Genelkurmay Başkanının yazmış olduğu ve demokrasinin Sevr antlaşması olan bir metin Sunucu Yönetimi tarafından zorla imzalatılmak istendi, 24 saat boyunca baskı yapıldı ve sonunda Cumhurbaşkanı bunu kabul etmeyince karakterine, karakterin sahibi olan oyuncunun istememesine rağmen, zorla el koyularak rolde imzalatılmış oldu.
6 – Anayasanın askeri görev ve istihbarat görevlerine ilişkin dönem sınırlaması getiren hükümleri Anayasanın halk tarafından kabul edilip yürürlüğe girmesinden 35 gün sonra Sunucu Yönetiminin kararıyla geçersiz sayıldı.
7 – Anayasanın bir kişinin en çok iki kez Cumhurbaşkanı olabileceğini söyleyen hükmü Anayasanın halk tarafından kabul edilip yürürlüğe girmesinden 80 gün sonra Sunucu Yönetiminin kararıyla, Sunucu Yönetiminin desteklediği makam sevdalısı Kayra Bürküt’ü yeniden aday yapmak için geçersiz sayıldı.
8 – Anayasa Mahkemesi Başkanı olan oyuncu sunucudan yasaklı biriyle işbirliği kurmuş olduğu iddiasıyla ortada hiçbir kanıt yokken yasaklandı ve halen daha kanıtlar sunulmuş değil.
Tabi MİT’in 70 sayfayı geçen envanteri, devletin tepesindeki insanlara düzenlediği suikastlar, MİT Müsteşarlığını işgal eden kişinin Sunucu Yönetimindeki yakın arkadaşına istediği her şeyi yaptırması, ordunun aynı şekilde her istediğini yaptırabilmesi bu rp’de kulağa sıradan gelen şeyler.
Ben bu açıdan hem TC diyemiyorum hem de RP diyemiyorum çünkü bir ülke RP sinde hele de konusu 2020’yi esas alan bir ülke RP sinde bana bunlar normal gelmiyor.
Zaten yapılan bir rol çok kolay bir şekilde ”yetkililer istedi” diye geçersiz sayılabiliyor. Yetkililer gerekçe açıklamaya gerek duymuyor, roller kurallara aykırı olduğu için değil ”o yetkili öyle istedi” diye geçersiz sayılıyor.
Tabi buna Royal Yönetiminin sessiz kalıp cebine indirdiği paraya bakmasını da ekliyoruz.
TCRP ne üstüne kuruludur?
TCRP OOC Yapılanma üstüne kuruludur. Sunucu OOC yapılanma üstüne kuruldu, Herakles’teki İyi Parti’nin OOC olarak adlandırılan ama IC bir sürü konunun konuşulduğu WhatsApp grubunun varlığı malumumuz. Aynı şekilde TCRP’nin ilk aylarında İyi Partinin OOC gruplarından İyi Partili milletvekillerinin, Parti Genel Başkanları tarafından talimat aldıklarını da biliyoruz. OOC Yapılanmayı görmek için gerçekten çok çalışan partiler ile propaganda bile yapmamış partilerin aldıkları oy oranlarına bakmak olanaklı. Hatta Sunucunun hem yönetici hem de yetkili kadrosuna baktığımızda OOC yapılanmanın adeta teorisyenlerini görürüz. Bu kişilerin adlarını burada vermeyi uygun bulmuyorum ama biraz bakılınca veya geçmiş araştırılınca kimin kim olduğu anlaşılıyor.
TCRP iftira üstüne kuruludur. Sunucunun daha kuruluş aşamasında sunucunun kurucusu dostlarına yalanlar söyleyerek onları buraya getirmiştir. Sunucu Yönetimi, sunucunun kuruluşunda yer alan bir sürü kişi hakkında iftira atarak ”kendi devamını” sağlamıştır. Sitemize, bize karşı neler neler söylenmiş olduğunu, nasıl kirli iftiralar atıldığını yazılarımızdan ve videolarımızdan öğrenebilirsiniz. TCRP Yönetimi, kendisinin dediğinin dışında bir şey düşünen, bakın konuşan veya söz söyleyen demiyorum, düşünen her insana karşı düşmanlık etmiştir. Farklı düşünen insanlar ya sunucu haini olarak anılmıştır ya da haklarında olumsuz bir kamuoyu oluşturularak başka özellikleri bakımından küçük düşürülmeye çalışılmışlardır.
TCRP adaletsizlik üstüne kuruludur. Sunucuda gelişen her olay, yapılan her rol bir grubun isteği üzerine olmaktadır. O grubun isteğine aykırı gelişen her rol, role aykırı, sunucunun kurallarına aykırı sayılmaktadır. Bu grup ise tahmin edebileceğiniz üzere halk değildir. Bu grup öncelikle Paralel Müsteşar ve ordudaki uzantılarıdır. Onun dışında ise ”5-10 belki 15 kişiyi tutabilecek” kişilerdir. Sunucuda adaletin değil aktifliğin sağlanması önemlidir. Bir kişinin hakkı mı yendi ”olay karışık, bu seferlik böyle olsun” diyerek geçiştirmek dışında sunucu yönetimi hiçbir şey yapmıyor. Kimin hangi hakkı yendi önemsiz, önemli olan rolün dönmesi.
TCRP hukuksuzluk üstüne kuruludur. Hukuku en güzel tanımlayan özlü sözlerden birisi de oldukça ünlü olan şu sözdür: ”İnsana değil, kurala itaat et.” Bu sözün söylenmesindeki amaç şudur ki insanın neye karar vereceği veya o anda yaşanan bir olay karşısında nasıl davranacağı belirsizdir. Kral sizi o an ruh haline bağlı olarak bağışlayabilir de idam edebilir de. Bu yüzden insanın ne isteyeceği öngörülemez ancak kuralın ne öngördüğü açıktır. Kuralda ”hırsızlık yaparsan beş yıl yatarsın” derse bu kural aynen uygulanır ve beş yıl hapis cezası dışında size başka bir ceza verilemez. Dolayısıyla öngörülebilirdir. Kurallar doğru bulunsa da bulunmasa da öngörülebilirdir ve insanlar davranışlarını buna göre ayarlar dolayısıyla niteliği tartışılsa da bir hukuk düzeni ortada vardır. Ancak TCRP’de hukuk yoktur. TCRP’de insanların uyması gereken kurallar yoktur. Sunucu Yönetiminin insanlara ve kendisine karşı uyguladığı kurallar yoktur. TCRP’de kuraldan ziyade insanların öngörülemeyen iradeleri vardır. ”Yönetimin dediği olur” sözü vardır.
Bu yüzden de TCRP kölelik üzerine kuruludur. TCRP’de insan, insana itaat etmektedir.
Böyle sayarsak daha çok sayarız ancak bu saydıklarımızın bile durumun vahametini anlamak için yeterli olduğu kanısındayız.
TCRP ve Hukuk
Şimdi yazımızın en zor kısmına geldik. TCRP’de olmayan bir şeyi incelemeye çalışacağız. Nasıl yapacağız ben de bilmiyorum ama bir yerden başlamamız iyi olur.
Hukuk nedir?
Hukuk, birçok anlama gelebilen sözcüklerdendir. Bizim kullandığımız anlamı ise ”toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralların bütünü” olan anlamıdır. Demek ki hukuk kurallardan ibarettir. Bu kuralların niteliği ise toplumsal ilişkileri düzenlemesidir.
Yani bir kişinin başka bir kişiye borcu varsa borçlu alacaklıya borcunu ödemekle yükümlüdür. Ya da ev sahibine kira borcunuz varsa onu ödemeniz gerekmektedir. Bunlar toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallardır. Kişilerin arasında borç ilişkisinin kurulması veya bir kişinin suç işlemesi durumunda cezalandırılması ise toplumsal ilişkilerdir. Siz bir fırından ekmek çalarsanız bütün toplum üzerinde geçerli bir kuralı ihlal etmiş olur ve cezayı hak edersiniz. Dolayısıyla da çalma eyleminiz toplumsal bir ilişki doğurur.
Bir çiçeğin bahar aylarında açıp sonbaharda solması da bir ilişkidir veya dünyanın her gün güneşin etrafında biraz biraz ilerleyerek dönmesi de bir ilişkidir. Ama bunlar toplumla ilgisizdir, doğal ilişkilerdir. Hukuk ise toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralları ifade eder. Aynı şekilde bir eşyayı bıraktığınızda yere düşmesi serbest düşüş ise ve eğimli bir şekilde atarsanız başka koşullarda daha hızlı veya yavaş düşmesi de bir kuraldır, fizik kuralıdır. Üçgenin iki kenarının toplamının diğer kenarından uzun olması da bir matematik kuralıdır. Ancak bunlar toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallar değillerdir.
Hukuk bir düşünce veya teori değildir. Kişiden kişiye göre değişemez. Hukuka ilişkin binlerce düşünce hukuk düşüncesinin oluşumundan beri vardır ancak hukuk, toplumsal ilişkileri düzenleyen kurallardan ibarettir. Örneğin siz birini yaralarsanız ve kural olarak üç yıl hapse girmeniz belirlenmişse, üç yıl hapse girersiniz. Birini yaralamanız toplumla aranızda bir ilişki kurmaktadır. Toplum ise bireylerden oluşur. Dolayısıyla her birey ile kurduğunuz ilişki veya bireylerin oluşturmuş olduğu toplumun geneliyle (devlet olarak da adlandırabiliriz) kurduğunuz ilişkiler kurallarla düzenlenir ve bu kuralların tamamına da hukuk denir.
Aynı şekilde Cumhurbaşkanının neler yapabileceği, nasıl seçildiği, neler yapamayacağı, görevden nasıl alınacağı veya nasıl alınamayacağı gibi konular, Meclisin hangi konularda yetkili, hangi konularda yetkisiz olduğu, Bakanlar Kurulunun neler yapabileceği, kamu personelinin yetkilerinin belirlenmesi vesaire gibi konular da hukukun kapsamındadır çünkü burada da bireylerin oluşturduğu, toplumun oluşturduğu devlet ile bireyler veya toplum arasında kurallara bağlı bir ilişki kurulmaktadır, dolayısıyla ortada toplumsal bir ilişki vardır.
Toplumsal ilişkileri düzenleyen kuralların yani hukuk kurallarının, bilimsel daha doğrusu fen bilimleri kurallarından en önemli farkı, hukuk kurallarının toplumdan topluma ve hatta ilden ile değişiklik gösterebilen, insan iradesine dayalı kurallar olması ve fen kurallarının da hiçbir şekilde değişiklik göstermeyen, öyle olduğu kanıtlanabilen ve insan iradesine dayanmayıp maddi gerçeğe dayanan kurallar olmasıdır. Hukuk kuralları insan iradesine dayalıdır dolayısıyla beşeridir. Hukuk kuralları insanlar tarafından oluşturulmuştur, doğada oluşmamıştır.
Hukuk olarak da adlandırılan hukuk biliminin konusu da bu kuralları incelemektir yani örnek bir kural çerçevesinde bir olayın hukuka uygunluğunu veya aykırılığını saptamak ve bunu hukuk bilimine özgü düşünce ve yöntemlerle açıklığa kavuşturmaktır ya da pratikten ayrı olarak teorik olarak bu bilim dalının gelişmesini sağlamaktır.
Hukukun ne demek olduğu birçok kişi tarafından karıştırılan bir konu. Burada, bu karışıklığı ortadan kaldırmak için olabildiğince anlaşılır ve öz bir şekilde durumu açıklamaya çalıştık.
Anayasa Mahkemesinin Konumu
Anayasa Mahkemesi, 2021 Anayasasına göre Anayasanın adeta koruyucusu olan bir mahkeme olarak tasarlanmış ve bu bağlamda Anayasa Mahkemesine olağan bir demokratik düzende verilen yetkilerden biraz fazla olarak jüristokratik bir düzende verilmesi beklenen yetkiler de verilmiştir.
Ancak Anayasa Mahkemesi bu yetkilerin çoğunu düzgün bir şekilde kullanamamaktadır. Anayasa Mahkemesi, bir yandan siyasi kurumların, bir yandan devlet içinde devlet olmuş ordu ve istihbaratın, bir yandan Sunucu Yönetiminin baskıları altında hiçbir iş göremez hale getirilmiştir. Dolayısıyla TCRP’de Anayasa Mahkemesinden bahsetmenin bir anlamı yoktur. Ancak biz yine de yararlı bir eleştiri yapabilmek adına TCRP Anayasa Mahkemesinin geçmişte yaptığı birkaç yanlışa değinmek istiyoruz.
1 – Anayasa Mahkemesinin Anayasanın ona izin vermiş olduğu mevzuatı iptal etme yetkisi vardır, o mevzuatı ilga etme yetkisi yani yürürlükten kaldırma yetkisi yoktur. İki eylem de aynı sonucu doğuruyor olsa da iptal etmek bir anayasa mahkemesinin yapabileceği bir iş iken ilga etmek yani yürürlükten kaldırmak, o mevzuatı teşri eden yani yürürlüğe sokan makama özgü bir yetkidir. Örneğin bir yasa Anayasaya aykırı bulunarak iptal edilebilir veya bir kısmı iptal edilebilir ancak Anayasa Mahkemesince bu işlem yürürlükten kaldırma olarak yapılamaz.
2 – Anayasa Mahkemesi, eskiden kapatmış olduğu bir partiyi açabilir ancak kapatılan partiler ya yönetim kadrolarının ya da geniş bir kurultay kadrosu diyebileceğimiz yetkililerinin Anayasayı ihlal etmeleri, (örneğin laik düzene aykırı faaliyet yapmak) ve genelde işledikleri suçlardan dolayı hapse girmeleri veya siyaset yasağı almaları ile sonuçlanan bir davada hüküm giymişlerdir. Dolayısıyla karar, idari bir karar değildir, yargı kararıdır. Ve bu partinin aynı adla açılabilmesi için ancak ve ancak bu partinin o suçlamalardan aklanması, masum sayılması gerekmektedir. Bu da yeni bir yargılama doğrultusunda aynı davanın yeniden görüşülmesi ve karara bağlanması demektir. Bir iki oylamayla da bu konuda bir karar alınamaz.
3 – Anayasa Mahkemesi Anayasanın 91 inci maddesine aykırı olarak hala görevlerinde bulunan bütün askeri personelin görevden alındığını açıklamalıdır. Eğer bu açıklamaya karşın görevler bırakılmazsa Anayasa Mahkemesinin bu kişiler hakkında soruşturma başlatıp (Cumhuriyet Başsavcılığı kurumu düzgün kullanılsa buna gerek kalmazdı) bu kişileri TCK’nın 317 nci maddesine aykırı iş yaparak suç işlemekten, askeri komutanlıkları gasp etmekten yargılaması gerekiyor. Bunun aması ancağı lakini fakatı yok, derhal yapılması gerekiyor. Aynı şey Paralel Müsteşar için de geçerli.
Anayasa Mahkemesine diyeceğimiz şey, altı ay altı gün önce söylediğimiz şeyle aynı:
Anayasa Mahkemesi bütün hakimlerini feda etmeden, kendisini hukuksuzluk yapanlara kapattırana kadar, sunuculardan yasaklanana kadar direnmeden Anayasa Mahkemesi olamayacaktır.
Anayasa Mahkemesi bu kadar.
Meclisin Konumu
Öncelikle Türkçe öğrenin. Öğrenemiyorsanız milletvekili adayları için OOC olarak bir Türkçe testi yapılması zorunlu olmalı.
Milletvekillerinin hazırlamaya çalıştığı yasa önerilerine baktığımızda bunun ne yasa ne kural ne cümle hiçbiriyle ilgisinin olmadığını görüyoruz. Cümleyi bitiren nokta nerede? Anlamlı cümle var mı bu yasaların içinde? Maddeler istek kipiyle, gereklilik kipiyle yazılıyor, şaka gibi.
Bakınız. Yasa önerisi hazırlarken bakacağınız yer öncelikle https://www.mevzuat.gov.tr/ bu link olmalı. Bu linke basıp yasaları tek tek incelemeden sakın ama sakın yasa önerisi hazırlayıp sunmaya kalkışmayın. Sonra meclis sayfalarından araştırıp yasa önerileri, gerekçeleri vs araştırırsınız.
Öncelikle cümle tamamlamayı öğrenmelisiniz. Her cümlenin nokta ile bittiğini öğrenmelisiniz. Bunun dışında kanun maddelerinin ”yapılmalı, yapılacak” ibareleriyle değil ”yapılır” ibaresiyle yani geniş zaman kipiyle yazılması gerektiğini öğrenmelisiniz. Yasaların yürürlük ve yürütme maddeleri vardır, her yasada bunlar olur. Sunduğunuz yasa önerilerinin gerekçeleri yok. Yasa önerisini önce TBMM Başkanlığına gerekçesiyle birlikte sunmanız gerekiyor.
Rol yapısı meclis içinde komisyonların kurulması için elverişli olacak kadar fazla üyeyi barındırmadığından yasa önerileri doğrudan genel kurula geliyor. Genel kurulda yasayı atar atmaz 2-3 dakika veya 5-6 dakika içinde oylama başlatmayın. Yasa önce bir sunulsun, okunsun, gerekçesini o milletvekili veya parti grup başkanı veya parti grup başkanvekili açıklasın, yasa önerisinin leh ve aleyhine konuşmalar yapılsın. Kişi yasanın tamamını beğeniyor, bir kısmını beğenmiyor diyelim, o zaman yalnızca o kısmıyla ilgili konuşup eleştirsin, hiç olmazsa ”şurasını şöyle yapsak daha güzel olmaz mı” desin.
Yasa önerisinin metni ve gerekçesiyle birlikte sunulması ve okunması en az birkaç dakikalık serbest bir zaman ister. Bundan sonra yasayı sunan milletvekili birkaç dakika konuşmalı. Ondan sonra yasanın lehine ve aleyhine en az birer kişi olmak üzere birkaç dakikalık konuşmalar olmalı ve en az olasılıkla bir 10-15 dakika o yasa görüşülmeli, bu süre en az. Gerektiğinde yarım saat, kırk beş dakika hatta bir saate kadar çıkabilmeli. Yasayı savunan gruplarla yasayı savunmayan gruplar birbirlerine karşı konuşma yapabilmeli. Biz bunu Ocak-Şubat 2020’de sağlayabiliyorduk ve oldukça başarılı ilerliyordu. Demokrasi, Anayasada ”Devlet demokratiktir.” yazınca olmuyor. İşte bu tarz bir demokratik siyasi kültürün gelişimiyle demokrasi oluyor. Bunların yapılması düzgün bir demokrasi için zorunludur.
Yasa önerileri okunmuyor. Bu aylardır eleştirilen bir sorun. Okumayacaksanız, işinizi özenle yapmayacaksanız milletvekili olmayacaksınız. Meclisi boşu boşuna doldurmayacaksınız, doğru düzgün işinizi yapın ya da istifa edin gidin. İstifa da bir hizmettir. Kimsenin devletin bir kurumunu tıkayarak diğer insanların emeklerini ortadan kaldırma, hiç etme hakkı yoktur.
Bunun dışında yasa önerilerini bireysel olarak sunan bağımsız milletvekilleri vardır, bunların sunuş yöntemleri doğal olarak doğrudur ama partiye mensup milletvekilleri doğrudan bağımsızca sunmamalıdır. Mantıken bu kişi bir partinin listesinden seçilmiştir. Dolayısıyla da o partinin görüşünü temsil ediyor ve mantıken o kişi o partiye girdiğine göre o partinin görüşlerini savunmaktadır. Parti grubu nerede? Niye partinin milletvekilleri veya önde gelen siyasetçileri, parti başkanı bir araya gelip bunları konuşup ”ortak parti önerisi” olarak bunu hazırlamıyor? Veya neden yasa önerileri bir anda sunulup hızla oylanıyor, halktan gizli saklı ne yapılıyor? Normalde yasa önerileri en az bir iki gün önceden basına sunulmalı ve kamuoyu bu konuda bilgilendirilerek sivil toplum örgütleri de işin içine katılmalıdır.
Gerçek demokrasi böyle sağlanır. Bunları yapmazsanız ne suç işlemiş olursunuz ne de hukuk ihlali yapmış olursunuz çünkü bunları yapmamanın cezası kanunda yok. Ama demokrasiyi getirmemiş olursunuz.
Demokrasi ise anayasada yazdığı için yoktur, anayasada öngörülen demokratik rejim uygulanabildiği için vardır. Ve burada bu rejim uygulanamadığından da demokrasi yoktur.
Ayrıca üst üste yapılan iki güven oylaması saçmadır. Bakın zaten hukuka aykırıdır, böyle bir yöntem yoktur ama her şeyi geçtim, bu aptallıktır. Aynı oylamayı sunuyorsunuz ve bir sonuç çıkıyor, iki dakika sonra aynı kişilere aynı oylamayı niye sunuyorsunuz? Bu zaten anayasada yazmıyor, böyle bir saçmalığın düşünülmemesi gerek ama uygulanıyor. Bu saçma uygulamaya da derhal son verilmesi gerek.
Ek olarak belirtelim, Meclise yasa önerisi sunma yetkisi yalnızca Bakanlar Kuruluna (ayrı ayrı bakanlara değil) ve milletvekillerine aittir. Anayasa Mahkemesinin (ayrı ayrı Başkan ve üyelerin değil) istisnai bir yetkisi Ay. 65/2 uyarınca vardır. Bunun dışında kimse ama kimse yasa önerisi sunamaz. Askeri personel tezkere isteminde hiçbir şekilde bulunamaz. Bunu, askeri personele emir verip onu yönetmekle görevli Cumhurbaşkanı yapmalıdır.
Cumhurbaşkanının Konumu
Cumhurbaşkanı TCRP’de halk tarafından seçilmektedir. İlk bakışta Başkanlık sisteminden gelen bu esintiyi anlıyoruz. Peki TCRP sistemi başkanlık sistemi midir?
2021 Anayasası TCRP için genel olarak parlamenter sistemi öngörmektedir. Ancak cumhurbaşkanının hem halk tarafından doğrudan seçilmesine hem de bütün yetkilerin bakanlar kurulunda olması gerekliliğine karşın ordu ve istihbarat başta olmak üzere devletin bazı alanlarında istisnai yetkilere sahip olduğunu görmek mümkündür. Bu, sistemin adlandırılamaması sorunun doğurmaktadır. Yani bazı konularda Cumhurbaşkanı bazı konularda Bakanlar Kurulu sorumludur. Ne bir parlamenter sistem ne de bir başkanlık sistemi vardır. Aksine yarı-başkanlık sistemini oluşturan öğeler de burada yoktur. Bu bir hukuk kuralıdır ama nedenine inmemiz gerekmektedir.
Bu kuralın koyulmasını en iyi açıklayabilecek kişi, biziz. Çünkü Anayasayı hazırlayan biziz, dolayısıyla bu hükümleri de Anayasaya eklemiş olan biziz. Bunun nedeni de şu:
Türkiye’de Cumhurbaşkanları hukuken 2007’den, fiilen 2014’den beri doğrudan halk tarafından seçildiğinden kimse eski sistemi bilmiyor. Bilen varsa bile parlamenter sistemin tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyor, bu konuda fikir sahibi d eğil. Bu yüzden de bütün rol ülkelerinde, parlamenter sistem olduğu söylense bile ve bu bağlamda yetki hükümete verilmiş olsa bile, cumhurbaşkanları her daim halk tarafından seçildi. Benim hatırlayabildiğim kadarıyla rol aleminde belki bir iki istisna vardır ama halk tarafından seçilmeyen cumhurbaşkanı yoktur. Bu gelenekten o dönem kurtulmamız mümkün değildi çünkü bu tarz köklü bir değişikliği yasaklı olduğumuz yerde yan hesabımızla yapmamız pek mümkün değildi ve amacımız bozuk giden düzenin tamamını değiştirmekten ziyade en önemli sorunlar olan ordu ve istihbaratın devleti ele geçirmesine engel olmaktı, bunu önlemekti. Bunun dışında diğer değişikliklerdeki tartışmalar herkesin bütünleşmesini bozarak ülkeyi önemli bir sistem tartışmasının eşiğine getirecekti. Bu yüzden de başkanlık sistemi olarak hazırladığımız metin çok fazla tepki aldığından silahlı kuvvetler ve istihbarat personeline sınırlamaların getirilmesine ilişkin hükümlerin zarar görmemesi adına herkesin kabul etmeye daha yakın olduğu parlamenter sistem metnini getirdik. Yani diyeceğimiz o ki hem o dönemin koşullarında bunu yapabilecek fiili güce sahip değildik hem de o dönem bunu bizim dışımızda neredeyse kimse bilmiyordu.
Biz bunu bahane olarak sunmuyoruz, yalnızca olmuş gerçekliği ifade etmeye çalışıyoruz. Şu anda halkın yapması gereken bir an önce ya parlamenter sisteme ya da başkanlık sistemine geçme konusunda kesin bir karar vermesi ve yürütme yetkisinin sahibi olarak ya Başkanı ya da Bakanlar Kurulunu belirlemesidir. Bunun herhangi bir istisnası olamaz. Yürütme yetkisi ya tam olarak Cumhurbaşkanında olmak zorunda ya da Bakanlar Kurulunda olmak zorunda. Fransız tipi bir Yarı Başkanlık sistemi ise bu ülkeye yaramaz, mümkünse düşünülmemeli bile.
TCRP’de çoğu zaman Cumhurbaşkanı hem rolün aktifliği – geleneksel kural babında halk tarafından seçilmiş ve bunun sonucu olarak ”halktan aldığı güç” ile arkasını halka dayayarak hükümete de meclise de anayasa mahkemesine de karşı baskın bir kurum olmaya çalışmıştır. 2021 Anayasasının öngöreceği parlamenter sisteme göre Cumhurbaşkanı her açıdan yetkisiz olmalı ve adeta bir ”Devlet Noteri” olmalıdır yani imza atmak dışında herhangi bir işi olmamalıdır.
Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki parlamenter sistemde Cumhurbaşkanının Bakanlar Kurulu kararnamelerini geri gönderme gibi bir yetkisi yoktur. Kamu hukukunda yetkiler sayma yetkilerdir yani sınırlanmıştır. Yetkiler yalnızca yazılı olarak belirli çerçevelerde tanınırlar. Kendiliğinden yetki üretilemez, yetkinin kesinlikle yazması gerekir. Örneğin Anayasa ”Cumhurbaşkanı kanunları bir kere geri çevirebilir” yazmışsa, evet Cumhurbaşkanının böyle bir yetkisi vardır ve Cumhurbaşkanı bu yetkisini doğrudan kullanabilir. Ama Anayasada ”Cumhurbaşkanı bakanlar kurulu kararnamelerini bir kere geri çevirebilir” yazmamışsa bunu yapamaz. Çünkü kanun istediği zaman konuşur, istediği zaman susar. Anayasa koyucu Cumhurbaşkanının böyle bir yetkiye sahip olmasını isteseydi böyle bir yetkiyi verdiğini açıkça söylerdi, tıpkı Cumhurbaşkanını kanunları bir kere geri çevirebileceğini söylediği gibi. Bu yüzden yetkisizlik asıl, yetkililik istisnadır. Yetkileri kullanırken yetkilerin bizde istisna olarak var olduğunu asla aklımızdan çıkarmamamız gerek.
Ayrıca belirtmeliyiz ki Cumhurbaşkanının bir şeyin anayasaya uygun olup olmadığına karar verme yetkisi yoktur. Bu yargı yetkisidir ve bu yetki Anayasa Mahkemesine verilmiştir.
Hükümetin Konumu
Cumhurbaşkanının ayrı olarak sahip olduğu yetkiler dışında yürütme yetkisi hükümete yani bakanlar kurulu organına aittir. Burada Cumhurbaşkanı ile bir yetki uyuşmazlığına düşülmüş ise o yetkinin bakanlar kuruluna ait olduğu düşünülmeli ancak Anayasada ayrı bir istisna öngörülmüş ise o yetkinin Cumhurbaşkanının yetkisi olduğu savunulabilir, onun dışında yürütme yetkisi hükümetindir.
Hükümetin işlemlerine gelecek olursak bu işlemler kanunların/yasaların bir arka sırasındadır yani onlardan daha alttadır bu yüzden de onlara aykırı olamazlar. Yasalara aykırı bakanlar kurulu kararnameleri uygulanamazlar, Anayasa Mahkemesinde iptalleri gereklidir.
2021 Anayasasında Türkçeleştirme düşüncesiyle yasa hükmünde kararname olarak tanımlanan kanun hükmünde kararname kurumuna gelecek olursak, bu hukuki kurum ya kullanılmadı ya da hatırlayamadığımız kadar az kullanıldı. Kanun hükmünde kararname kurumunu bu yüzden tanıtmamız gereklidir. Kanun hükmünde Kararname (kısa adı KHK) adından da anlaşılabileceği üzere bir kararnamedir. Ancak kanun hükmündedir yani kanun gücündedir. Yasa gücündedir. Yasa gibidir. Bunun anlamı şudur, bu işlem kararnamedir ama kanunla eşittir yani kanunlarda değişiklikler yapabilir. KHK’ya bir nevi yürütme organının kanunu diyebiliriz.
Ancak KHK’lar durduk yere çıkarılamıyor. TBMM’nin Bakanlar Kuruluna yetki veren bir yasayı kabul etmesi gerekiyor. Bu yasanın içeriğinde de hükümetin çıkaracağı KHK’ların bazı özellikleri bulunmalıdır (Ay. 66/3). KHK’lar yayınlandıkları an yürürlüğe girerler ve Meclise o hafta içinde sunulurlar. Meclis kabul ederse KHK kesinleşmiş olur ve yürürlüğü devam eder. Meclis kabul etmezse o vakit KHK yürürlükten kalkmış olur.
Hükümete ilişkin diyeceklerimiz genel olarak bu şekilde ancak bir ricamız var, hükümetin 2018 öncesi https://www.resmigazete.gov.tr/ adresinde yayınlanan bakanlar kurulu kararlarına, atama kararlarına ve hükümetle ilgili diğer kararlara iyice bakmaları ve bu bölümleri ayrıntılıca incelemeleri gerekiyor. Başka türlü resmi gazetedeki gariplikler düzelmez.
TSK ve MİT’in Konumu
2021 Anayasasında TSK 91 inci maddede, MİT 94 üncü maddede düzenlenmiş ve olağan koşullarda yasal bir dayanağa sahip olması gerekirken yazımız genelinde açıklamış olduğumuz nedenlerden dolayı anayasal bir dayanakta kurulmuşlardır. TSK ve MİT, alelade bir devlet kurumu olarak düşünülmüş ve bu şekilde tasarlanmıştır.
Başkomutanlık Yetkisi
Not: Anayasada bu yetki Başbakana verildiğine ilişkin bazı şeyler duyduk ancak teknik olarak Başbakana verilmesi doğru değil, Cumhurbaşkanında olmalı ama karşı-imza kuralına tabi olarak olmalı. Sonuç olarak bu yetki Başbakandaysa Cumhurbaşkanı olan kısımları Başbakan olarak okuyun.
Anayasanın 90 ıncı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
”Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisinin manevi varlığından ayrılmaz olan Başkomutanlığı temsil eder. Bu görevin gerektirdiği yetkilerini Genelkurmay Başkanının teknik donanım ve yönetiminden yararlanmak suretiyle kullanır.”
Buradan anlaşılması gereken Cumhurbaşkanının Başkomutanlık yetkisine temsili olarak sahip olduğudur. Ancak bu görevin yine de Cumhurbaşkanının olduğu fıkranın ikinci cümlesinde belirtilmiş ancak bu görevinin ona verdiği yetkileri ”Genelkurmay Başkanının teknik donanım ve yönetiminden yararlanarak” kullanacağı hükme bağlanmıştır. Genelkurmay Başkanından yararlanma durumu söz konusudur ama yine kendisi kullanır ve Genelkurmay Başkanından yalnızca yararlanır, Genelkurmay Başkanı Cumhurbaşkanı adına kendi kullanamaz.
Bu madde bize kesin bir yol çizmez iken aynı maddenin ikinci fıkrası bize bu yetkiyi tam olarak açıklamaktadır:
”Cumhurbaşkanı, Başkomutan sıfatıyla, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarına ülke güvenliğinin sağlanması için gereken talimatları verir ve bunların uygulanmasını sağlar.”
Buradan anlaşılması gereken Cumhurbaşkanının Başkomutanlık yetkisini silahlı kuvvetlerin komuta kademesine emir vererek ve bu emirlerin uygulanmasını sağlayarak kullanabilmesidir. Dolayısıyla ilk fıkrada teknik olarak düşünülmüş olduğunu beklediğimiz yetki, diğer tüm dünya anayasalarındaki gibi fiili bir başkomutanlığı ifade etmektedir.
Bunun da anlamı Cumhurbaşkanının silahlı kuvvetleri / orduyu bizzat yönetmesidir. Cumhurbaşkanı der ki (tezkere istisnasını saymadan konuşuyoruz) Halep’i bombalayın, ordu Halep’i bombalamak zorundadır. Cumhurbaşkanı der ki İdlib’e girin. Ordu İdlib’e girmek zorundadır. Ordu girip girmemeyi düşünemez. Çünkü bu bir icrai harekettir yani icra organına, yürütme organına aittir. Yürütme organının iradesine bağlıdır. Demokratik bir rejimde ordu oraya girmemeyi düşünemez bile. Harekat öncesi komutanlar tabi ki Cumhurbaşkanına teknik görüşlerini belirtebilirler ama emri aldıkları vakit onu uygulamak zorundadırlar. Ancak bu emri uygulamak istemeyen komutanlar istifa da edebilir. İstifa ederse yerine başka biri geçer ve o kişi bu emri uygular. Yani mutlaka yapacak diye bir şey yok, yapmak istemiyorsa istifa edecek.
Bu düşünce demokrasinin temelidir. Demokrasi halkın yetkilendirmiş olduğu siyaset kurumuyla, siyaset kurumunun atamış olduğu bürokrasinin istişare ederek birlikte karar vereceği bir rejim değildir. Demokrasi, halkın istediğinin olmasıdır. Bürokrasinin, atanmış kadroların, vesayet organlarının istediğinin olması ve hatta bunlarla seçilmişlere ”fren ve denge mekanizması” adı altında engel olmaya çalışılması demokratik mantıkla bağdaşmaz. Fren ve mekanizma demokrasi rejiminin belirlediği kurumlarda, yasama-yürütme-yargı organları arasında gerçekleşir. Yürütme organı ile yürütme organının alt bir dairesi olan silahlı kuvvetlerin yönetimi arasında gerçekleşmez.
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Başkomutandır. Tarihte ise komutanlar devlet başkanı olmamış, devlet başkanları komutan daha doğrusu başkomutan olmuştur. Müstakbel devlet başkanlarının asker olarak yetiştirilmesi ile askerlerin devlet başkanı olması birbirinden farklıdır. Başkomutanlık ordunun yani silahlı kuvvetlerin yönetimi demek olduğundan bu bir yürütme işidir ve yürütme organına aittir.
Teknik Komutayı Belirleme Yetkisi
Yukarıdaki bölümde Cumhurbaşkanının Başkomutan olduğunu saptadık. Şimdi ise Cumhurbaşkanının silahlı kuvvetlerin teknik komutasını diğer bir adla üst düzey askeri personeli atama yetkisini inceleyelim.
Anayasanın 91 inci maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki gibidir.
”Milli güvenliğin sağlanmasından ve Silahlı Kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanmasından, Türkiye Büyük Millet Meclisine karşı, Cumhurbaşkanı sorumludur.”
Demokratik mantıkta yetki, sorumluluktan doğar. Yani bir kişi yetkili olduğu için sorumlu değil, sorumlu olduğu için yetkilidir. Bu fıkrada da Cumhurbaşkanı ”milli güvenliğin sağlanması” ve ”silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanması” konusunda TBMM’ye karşı sorumlu tutuluyor. Yani Cumhurbaşkanı milli güvenliğin sağlanması konusunda ve silahlı kuvvetlerin yurt savunmasına hazırlanması konusunda sorumlu, dolayısıyla yetkili. Cumhurbaşkanı bu bağlamda bazı yetkilere sahiptir.
Anayasanın 91 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki gibidir.
”Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz, Hava Kuvvet Komutanları ve Jandarma Genel Komutanı Cumhurbaşkanınca atanır.”
Bu fıkrada, sayılan kişilerin açıkça Cumhurbaşkanınca atanacağı hükme bağlanmıştır. Bunun anlamı Cumhurbaşkanının aynı zamanda bu kişileri ”yetkide paralellik ilkesi” uyarınca görevden alabileceğidir. Bir kişi atama yetkisine sahipse aksi öngörülmemişse azletme yani görevden alma yetkisine de sahiptir. Meclis kanun koyma yetkisine sahipse kanun kaldırma yetkisine de sahiptir. Hükümet kararname çıkarma yetkisine sahipse kararname kaldırma yetkisine de sahiptir. Bu açıdan Cumhurbaşkanının da fıkrada sayılan kişileri hem atama hem görevden alma yetkisi vardır.
Buna ek olarak bir kişi tarafından atanmak o kişiye karşı sorumlu olmaktır. Yani o kişinin emirlerini uygulamaktır. O görevde aldığınız bütün yetkiler sizin sorumluluğunuzdan kaynaklandığından ve siz sizi atayan kişiye karşı sorumlu olduğunuzdan yetkilerinizi sizi atayan kişinin emirleri, onun talimatları doğrultusunda kullanabilirsiniz. Bütün kamu kurumlarında bu durum böyledir. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç ise Cumhurbaşkanının bu fıkrada sayılı kişilere emir ve talimat verme yetkisinin tam olmasıdır.
Anayasanın 91 inci maddesinin üçüncü fıkrası aşağıdaki gibidir.
”Asteğmen-albay rütbeleri arasında rütbe terfileri, Kuvvet Komutanlarının önerileri doğrultusunda Milli Savunma Bakanının onayıyla Genelkurmay Başkanı tarafından yapılır. Albaylıktan tuğgeneral/tuğamiral rütbelerine terfiler ile general ve amirallikte bir üst rütbeye terfiler ve atamalar Cumhurbaşkanınca yapılır.”
Birinci cümleden anlaşılması gereken asteğmen-albay arasındaki rütbe terfilerinin Kuvvet Komutanlarının önerileri doğrultusunda Milli Savunma Bakanının onayıyla Genelkurmay Başkanınca yapılacağıdır. Burası bizce demokratik mantığa uymamaktadır ancak yine de kuralları anlatıyoruz.
İkinci cümleden anlaşılması gereken albaylıktan tuğgeneral/tuğamiral rütbelerine terfiler ile general ve amirallikte bir üst rütbeye terfiler ve atamaların Cumhurbaşkanınca yapılacağıdır. Cumhurbaşkanı bu hüküm uyarınca MGK, YAŞ gibi hiçbir kurumun önerisine veya kararına bağlı değildir, tamamen özgür bir şekilde bu konuda karar verebilmektedir. Terfiden anlaşılması gereken örnek vermemiz gerekirse korgenerallikten orgeneralliğe terfidir. Atamadan anlaşılması gereken örnek vermemiz gerekirse X. Kolordu Komutanlığından Y. Ordu Komutanlığına atamadır.
Yetkide paralellik ilkesi uyarınca Cumhurbaşkanı bu kişilerin görevlerinde de değişiklik yapabilme yetkisine sahiptir. Asteğmen-albay arasındakilerde ise bu yol, yapıldığı gibi izlenmektedir.
Burada aylarca YAŞ’da saçma oylamalar yapılmış, generaller, siyasilerle birlikte oy kullanmış ve bu şekilde askeri personeli atama yetkisinin sahibi olan Cumhurbaşkanı yoğun bir baskıya maruz bırakılmış, bunun da ötesinde bu yöntemin doğruluğu savunulmuştur. Böyle bir şey yok, olamaz da. YAŞ oylamalarından birinde tuğgenerallerin genelkurmay başkanının seçimi için oy verdiğini gördüğümde hayatımın şokunu yaşamıştım. Ordu gibi hiyerarşisi oldukça önemli bir devlet kurumunda astlar nasıl üstlerinin seçilmesinde söz sahibi olabilir? Bunun mantıkla açıklanabilecek herhangi bir yönü yok. Ayrıca böyle bir kural da söz konusu değil.
Askeri Personelin Dönem Sınırı
Anayasanın 91 inci maddesinin dördüncü fıkrası aşağıdaki gibidir.
”Görev ve rütbelerdeki bulunma ve bekleme süreleri bir dönemdir. Bir dönemin hangi görev ve rütbede ne kadar süreceği yasayla belirlenir ancak bir dönem, on beş günden az, otuz günden fazla olamaz. Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları, Cumhurbaşkanının isteği üzerine bir dönem daha bu görevi icra edebilirler, bu istek bir kereliğe özgüdür. 5 inci fıkranın son hükmü saklıdır.”
Görev (örneğin tümen komutanlığı) ve rütbe (örneğin tümgenerallik) kavramları için bulunma ve bekleme süreleri konmuş, bir dönem olarak belirlenmiştir. Bir dönemin hangi görev ve rütbe için ne kadar süreceğinin yasayla belirleneceği ancak bir dönemin on beş günden az, otuz günden fazla olamayacağını belirtmiştir. Şu anda bunu düzenleyen bir yasa bulunmadığından en az süre olan on beş gün değil, en fazla süre olan otuz gün kabul edilmelidir. Bunun gerekçesini ayrıntılı bir biçimde Cumhurbaşkanı Bartu Albayrak (Neyzen) ‘ın almış olduğu bir kararı iptal eden Anayasa Mahkemesi Kararında açıklamıştık ama kısaca şöyle açıklayalım: Eğer bu konuda bir yasa yoksa ve biz bu süreyi 15-30 gün arası bir süre örneğin 16, 17, 24, 29 kabul edersek yasama yetkisi kullanmış oluruz yani Anayasanın yasama organına bırakmış olduğu özel alanı ihlal etmiş, TBMM’nin yetkisini gasp etmiş oluruz. Ancak bu konuda bir yasa yoksa biz bu süreyi 30 gün almak zorundayız. Çünkü yasa çıksa bile en çok 30 gün olarak belirleyebilir, daha fazla belirleyemez. Dolayısıyla bu konuda bir yasa çıkarılmadığı sürece gün sayısı 30’dur.
İkinci cümleye geldiğimizde ise Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının Cumhurbaşkanının bir kereliğe özgü isteği üzerine bir dönem daha görevlerinde kalabilecekleri belirtilmiştir yani açıkça Genelkurmay Başkanlığı ile Kuvvet Komutanlığının bir dönemlik görevler olduğu hükme bağlanmıştır. Cumhurbaşkanı isterse bu görevlerde bulunan birini, bir dönem daha o görevde tutabilme yetkisine sahip olacaktır. Ancak bu istek bir kereliktir. Yani en çok iki dönem kuralı var. Fakat üçüncü cümle diyor ki 5 inci fıkranın son hükmü saklıdır. Yani sonraki fıkrada bir istisna var, onun dışında iki dönem kuralı söz konusu.
Anayasanın 91 inci maddesinin beşinci fıkrası aşağıdaki gibidir.
”Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlığı, Orgenerallik, Korgenerallik, Tümgenerallik ve Tuğgenerallik rütbelerinde bulunanlar veya en az bir dönem görev yapmış olanlar veya albaylık rütbesinde bulunanlar Cumhurbaşkanınca emekli edilebilir. Bu hakkın kötüye kullanılmasına karşı Anayasa Mahkemesine başvurma yolu açıktır; Anayasa Mahkemesi bu konuda karar iptaline karar verebilir. Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı görevlerinde üç dönem görev yapmış olanlar emekliye ayrılır.”
Birinci cümleden anlaşılması gereken Cumhurbaşkanının sayılı personeli emekli etme yani görevlerine son verme yetkisine sahip olmasıdır. Burada diyenler olacaktır ki sunucuda emeklilik sistemi yok o yüzden emekli edilemez. Öyle bir şey yok. Buradaki emekli etme kavramı görevden alma kavramı ile eşanlamlıdır, aynı anlamı vermektedirler. Böyle anlamsız ve ilgisiz bir iddia ile bu hükmün uygulanması engellenemez. Cumhurbaşkanının bu yetkisi Genelkurmay Başkanlığı, Kuvvet Komutanlığı, Orgenerallik, Korgenerallik, Tümgenerallik ve Tuğgenerallik rütbelerinde bulunan veya en az bir dönem görev yapmış olan veya albaylık rütbesinde bulunan herkesi kapsamaktadır. Cumhurbaşkanına geniş bir emekli etme – görevden alma yetkisinin verildiğini gözlemliyoruz. Bunun nedeni de 2021 Anayasasının yazıldığı koşullarda yatmaktadır.
İkinci cümleden anlaşılması gereken Cumhurbaşkanının bu yetkisinin fazla geniş olduğunun ve bu yetkinin silahlı kuvvetlerin yapısını bozabilecek şekilde kullanılabilmesi sonucunu Anayasa koyucunun beklemesi ve buna karşılık mağdur kişilerin Anayasa Mahkemesine başvurabilmesi ve Anayasa Mahkemesinin bu konuda Cumhurbaşkanının emeklilik – görevden alma kararlarını iptal edebilme yetkisine sahip olmasıdır.
Üçüncü cümleden anlaşılması gereken, önceki fıkranın gönderme yaptığı istisnanın burada olmasıdır. Üstteki fıkrada Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlığı görevlerinin bir dönemlik görevler olduğu açıkça belirtilmiş ve bu fıkrada ise bu görevlerde üç dönem görev yapmış olanların emekliye ayrılacağı hükme bağlanmıştır. Buradaki emeklilik işlemi resen yani kendiliğinden olan bir işlemdir, ayrıca bir emekli etme kararını gerektirmemektedir. Bu fıkra ile konulmak istenen kural, bir kişinin kuvvet komutanlığı görevinde Cumhurbaşkanının isteğiyle iki dönem görev yapmasının ardından yine Cumhurbaşkanının isteğiyle iki dönem de Genelkurmay Başkanlığı yapması yoluyla dört dönem görev yapmasına engel olmak ve yasalarda bir açıklık oluşması durumunda kişinin başka kuvvet komutanlıklarında görevlendirilerek dönemlerce görev yapmasını engellemektir. Dolayısıyla bu görevlerde üç dönemden fazla ne olursa olsun görev yapılamaz, üç dönem sınırı Cumhurbaşkanının isteğiyle de uzatılamaz.
MİT Personeli
MİT Müsteşarı Cumhurbaşkanınca atanmaktadır. Yetkide paralellik ilkesi uyarınca Cumhurbaşkanı MİT Müsteşarını da görevden alma yetkisine sahiptir.
Silahlı Kuvvetler için belirlenen görev dönem sınırları ve ona ilişkin hükümler MİT için de aynen geçerlidir. İkisi bazı sözcüklerin değişmesi dışında aynı maddedir, konulma amacı olarak da aynı amaca hizmet etmektedir.
Yazım yanlışı olarak ise üçüncü fıkrada, olmayan beşinci fıkraya atıf yapılmaktadır ancak 91 inci maddeye bakıldığında anlaşılmaktadır ki MİT’i düzenleyen 94 üncü maddenin üçüncü fıkrası, Silahlı Kuvvetleri düzenleyen 91 inci maddenin dördüncü fıkrasıdır. Dolayısıyla atıf aslında 94 üncü maddenin dördüncü fıkrasının son hükmüne yapılmıştır ve bu atıfın yanlış yazılması durumunda bile atıfın nereye yapıldığı madde metinden anlaşılmaktadır.
Uygulamada Nasıl?
Tabi Anayasada bunlar yazıyor. Başta bakınca ne kadar güzel geliyor. Ama bu kuralların uygulandığına inanmaya bin değil milyon şahit ister.
Uygulamada YAŞ askeri atamalara hakim. Sunucu Yönetiminin desteğini alan paralel yapılanma askeri personelin belirlenmesinde de neredeyse her şeyi kontrol altında tutuyor. Halkın seçtiği siyasiler hiçbir şey yapamıyor.
Bunun yanı sıra diplomasi – dış politika alanının konusu olması gereken sınır ötesi harekatlar yürütme organı tarafından değil kendi bağımsızlıklarını ilan etmiş askerler tarafından belirleniyor. En azından isteniyor ve meclise yetkisi olmadan sunuyorlar.
Birçok yerde ”siviller” aşağılanıp ”askerler” övülüyor.
Bu konuda daha ayrıntılı konuşmak isterdim ama bize verilen sürenin sonuna geliyoruz. Artık başka bir yazıda uygulamada nasıl çağdışılıkların yaşandığını ayrıntılıca gösteririz.
TCRP ve Anayasa
Her beşeri eserin eksikleri olduğu gibi anayasaların da eksikleri vardır. Ama önemli olan bir eserin ”eksiklerinin” olmasını saptamak değildir bu zaten vardır, önemli olan bir eserin ”eksiklerinin ne olduğunu” saptamaktır. Bu bölümde ise TCRP Anayasal düzeninin eksiklerini saptayacağız.
Anayasanın Uygulanması Gerekiyor
Anayasa linç ediliyor.
Yok Yasaman şunu yazmış, yok Yasaman bunu yazmış. Onu eklemeseydi şöyle olurdu, bunu eklemeseydi şöyle olurdu. Herkes sorumluluğu bize atmaya çalışıyor.
Doğal olarak bu metnin doğasında büyük yanlışlar varsa o yanlışlar insanların değil bizimdir. Ancak sorun şu ki biz bu metnin bazı istisnalar dışında burası için çok uygun olduğunu, en azından o dönemin ortamına göre çok uygun bir şekilde yazılmış olduğunu düşünüyoruz.
Öncelikle sorun anayasanın kendisinde değil, anayasanın uygulanmamasındadır. Anayasa, her hukuk kuralı gibi uygulandığı sürece vardır ve uygulanmadığı sürece yoktur. Bunun istisnası yoktur. Anayasanın uygulanmaması ise anayasanın değil, anayasayı uygulaması gerekenlerin sorunudur yani benim değil sizin sorununuzdur.
Anayasanın kabul edilip yürürlüğe girmesinin üstünden 8 ay geçti ama;
1 – Anayasanın 94 üncü maddesi uyarınca görev sınırını doldurmuş olan ve bir daha görev yapamayacak olan Paralel Müsteşar görevinden alınmadı.
2 – Anayasanın 91 inci maddesi uyarınca görev sınırını doldurmuş olan ve bir daha görev yapamayacak olan İlyas Bazna, Ulaş Demir – Teoman Koman ve diğer silahlı kuvvetler personeli görevlerinden alınmadı.
3 – Cumhurbaşkanlığı boşaldığı vakit Anayasanın 80 inci maddesi uygulanmadı.
4 – Anayasanın 112 nci maddesi ile kurulması gereken Yüksek Yargı Kurulu hala kurulmadı.
5 – Anayasanın 112 nci maddesi uyarınca seçilmesi gereken Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekili seçilmedi.
6 – Anayasanın 112 nci maddesi uyarınca hakim savcılar YYK tarafından atanmıyor.
7 – Anayasanın 91 ve 94 üncü maddelere ilişkin görev sınırlamalarını belirleyen yasalar çıkarılmadı.
8 – Anayasanın 72 nci maddesinde öngörülen gensoru mekanizması doğru düzgün çalıştırılamıyor.
Bunlar metinle ilgili kısımlar.
Bir de esas kısım nasıl ilerliyor ona gelelim.
Şu anda yeni bir anayasa değişikliğiyle Anayasanın 91 ve 94 üncü maddelerindeki yetkiler Başbakana bırakılmış. Bu değişiklikleri tartışmak için zamanımız var ancak böyle bir değişiklik yapılmış ve parlamenter sistem için bu gerekli bir adımdı.
Şimdi bir iki soru soracağız. Bu sorular anayasanın uygulanıp uygulanmadığını ölçen türden.
Başbakan istediği kişiyi Genelkurmay Başkanı atayabiliyor mu?
Başbakan İlyas Bazna’yı görevinden alabiliyor mu?
Başbakan MİT Müsteşarlığını işgal eden Gigi Hadid – Ada Altay’ı görevinden alabiliyor mu?
Başbakan kuvvet komutanlıklarına istediği kişileri atayabiliyor mu?
Başbakan istediği kişinin atamasını yapmayıp istediği kişiyi yükseltebiliyor mu? (kanundaki şartlara bağlı kalarak)
Eğer bu soruların cevabı evet ise, hayırlı olsun, demokratik bir rejim gelmiştir.
Bu soruların cevabı hayır ise, anayasa hiçbir şekilde uygulanmıyor, tamamen süs olsun diye yazılmıştır demektir.
Ben cevabın hayır olduğunu düşünüyorum ve gerçekten siz de ”hayır” cevabını veriyorsanız sorun Anayasanın kendisinde değil çünkü Anayasa bu soruların hepsine ”evet” cevabını veriyor. Sorun Anayasanın dediğini uygulamayan/uygulayamayan kişilerde. O yüzden yazanı değil uygulaması gerekeni sorumlu tutmanız gerek. Ne anayasa uzaktan kumanda ne de devlet bir televizyon. Anayasa benim malım değil, devletin malı. Dolayısıyla onu uygulamak devletin kurumlarının görevi çünkü benim uygulamam olanaksız. Ben orada cumhurbaşkanı değilim, başbakan değilim, mecliste değilim, anayasa mahkemesinde değilim hiçbir yerde değilim. Bu makamlarda bulunanlar bu sorunun nedeni. Aynı zamanda çözümü.
Metinde Yapılması Gerekenler
Yaşam değişim üzerinedir. Değişmeyen tek şey değişimdir, dolayısıyla toplumların yapıları ve bundan dolayı da toplumsal ilişkiler değişmektedir. Toplumsal ilişkiler değiştikçe onları düzenleyen kurallar değişmekte ve böylece de hukuk değişmektedir. Hukuk değiştirdikçe doğal olarak Anayasanın da değişmesi ihtiyacı oluşmaktadır.
Bu yüzden Anayasada zamana göre değişikliklerin yapılması zaten gereklidir. Hukuki bir gereklilik olmasa bile sosyolojik bir gerekliliktir. Anayasalar uzun bir süre boyunca devletin düzgün şekilde işleyebilmesi için yazılırlar (başka amaçlar için de yazılabilirler ancak bu, konumuzun dışında) ancak her anayasa sonsuzluğu hedeflemez çünkü her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir de sonu vardır.
Peki TCRP Anayasasında değişmesi gerekenler nelerdir?
1 – MGK kaldırılmalıdır. Bunun istisnası yoktur. Demokratik rejim üzerinde askeri vesayet oluşturan bu ortaçağ kurumu derhal kapatılmalıdır. Bunun yerine parlamenter sisteme geçilecekse yasayla, başkanlık sistemine geçilecekse kararnameyle bir ”Ulusal Danışma Güvenlik Kurulu” tarzı bir danışma kurulu kurulmalıdır ve kararlarının danışman niteliğinde olduğu açıkça belirtilmelidir. MGK’nın şu anki statüsünde de belirtildiği üzere kararları danışman niteliğinde ancak anayasal bir dayanağı vardır.. MGK, Anayasal dayanaktan mahrum bırakılmalı ve tamamen kapatılmalı, yerine demokratik anlayışın kökleşmesine engel oluşturmayacak ve sivil çoğunluğun hakim olacağı bir kurul kurulmalıdır. Yarısını askerlerin oluşturduğu bu kurulun ülkeyi Bakanlar Kurulu gibi yönetmesi veya kafasına göre ”milli menfaat” veya ”düşman” belirlemesi demokratik mantığa tamamen aykırıdır. Bu kurulun devleti demokrasiden uzaklaştırıp pretoryanizme sürüklemesi dışında bir katkısı yoktur. Ülkede oluşturulmuş darbeci – cuntacı – askeri vesayetçi geleneğin tasfiyesi için bu eylem son derece önemlidir.
2 – YAŞ kaldırılmalıdır. Bunun da istisnası yoktur ve MGK için saydığımız bütün gerekçeler bu kurul için de geçerlidir. YAŞ gibi bir kurula gerek yoktur, silahlı kuvvetlerin personelinin belirlenmesinde YAŞ gibi bir kurulun etkinliği sonlandırılmalıdır. Askeri personelin atamaları devletin her kurumunda olduğu gibi yürütme organının sorumlu kanadınca yapılmalıdır. Bu konuda yürütme organının sorumlu kanadı nasıl diğer kamu personelini atarken o kurumların uzmanlarından bağlayıcı olmayan, tamamen danışma niteliğinde olan teknik görüşler alıyorsa bu yöntem doğal olarak silahlı kuvvetler personeli için de geçerli olabilir ama karar yetkisi tamamen yürütme organına bırakılmalıdır. YAŞ’ın şu anki statüsüne baktığımızda anlıyoruz ki aldığı kararlar bağlayıcı değildir tamamen danışma organının karar organına görüş vermek üzere çalışması tasarlanmıştır ama uygulamada hala askeri vesayet son bulmamıştır. Askeri vesayetin son bulması için YAŞ’ın kapatılması, anayasal dayanaktan mahrum bırakılması mecburidir.
3 – TSK ve MİT personelinin anayasal statüsü kaldırılmalıdır. Normalde anayasalarda silahlı kuvvetlere veya istihbarat teşkilatına mensup personelin göreve gelişi, görevden alınışı veya görev süresi yazmaz, yazsa bile silahlı kuvvetlerin üst düzey personeli için bazı anayasalarda yazar. Ancak TCRP’de bu konuda çok fazla sorun yaşandığından ve konu yasalarla düzenlenebilecek boyutu aştığından anayasa da halk tarafından kabul edildiğinden ve bu yüzden de halkın koyduğu kuraldan daha üstün bir kuralın olamayacağına güvenerek bu konuyu Anayasada değerlendirmiştik. Hem gerçekte anayasalarda bu denli ayrıntılı bir yazım olmadığı için hem de bu personele normal kamu kurumu personelinden daha fazla önem vermemek adına Anayasanın 91 ve 94 üncü maddesindeki sınırlandırmalar kaldırılmalı ve bunlar yasayla düzenlenmeli, anayasal güvence ortadan kaldırılmalıdır.
4 – Cumhurbaşkanı etkisizleştirilmelidir. Bildiğimiz üzere şu anda uygulanmaya çalışılan sistem parlamenter sistemdir. Parlamenter sistemlerde ise değil cumhurbaşkanının yetkisi olması, halk tarafından seçilmesi bile söz konusu olamaz. Bunu şu aşamalarla açıklayalım:
a – Ad açısından değinirsek parlamenter sistem, yürütme organının parlamento tarafından oluşturulduğunu, parlamentoca oluştuğunu anlatır. Başkanlık sistemi ise yürütme organının başkan tarafından oluşturulduğunu, başkanca oluştuğunu anlatır. Yani parlamenter sistemde yürütme organı meclis tarafından oluşurken başkanlık sisteminde yürütme organı başkan tarafından, başkanın kendisinden oluşur. Parlamenter sistemde hükümete meclis güven verdiği için kuvvetler birbirine daha yaklaştığından yumuşak kuvvetler ayrılığı varken başkanlık sisteminde başkana meclis değil halk güven verdiği yani başkanı halk seçtiği için kuvvetler birbirinden daha fazla ayrıldığından sert kuvvetler ayrılığı vardır.
b – Madem anlattığımız gibiyse parlamenter sistemlerde yani yumuşak kuvvetler ayrılığı sistemlerinde yürütme organı halk değil meclis tarafından oluşturuluyorsa devlet başkanlığının – cumhurbaşkanlığının burada işi ne? Cumhuriyetle yönetilen ülkelerin devlet başkanlarına cumhurbaşkanı denir, o yüzden biz genel tabir olarak devlet başkanını kullanacağız. Devlet başkanı, devlet kurulduğundan beri vardır. Dünyanın neresinde bir devlet kurulmuşsa orada o devletin bir başkanı, o devletin adeta ”son karar vericisi” bulunmaktadır. Bu hukukla değil siyasi tarihle açıklanabilecek bir olgudur çünkü hukuk mantığından bakarsak devlet başkanının bulunmasında parlamenter sistemler için bir mantık söz konusu değildir. Ancak insanlar devletler kurarken her daim demokrasi ile yönetilmemişler, aksine monarşi – oligarşi gibi demokrasi dışındaki yöntemlerle yönetilmişlerdir. Bu yüzden de insanlık tarihinde yaşamış devletlerin çoğu monarşi ile yönetilmiştir yani tek kişinin yönetimi ile yönetilmişlerdir. Bu tek kişi ise kral, hükümdar, imparator vesaire olarak adlandırılsa da devlet başkanıdır.
c – Bir yerden sonra devlet başkanları güçsüzleşmeye başlamış (İngiltere’yi örnek alıyoruz) ve lordlar yani bulundukları bölgelerin yöneticileri toplanmış krala karşı durmaya başlamıştır. Örneğin 40-50 lord birleşiyorlar, hem buyrukları altında bulunan insanları hem de askerlerini toplayıp krala karşı geliyorlar. Tabi bu durduk yere olmuyor, kral ülkeyi yönetirken ya anarşi baş gösteriyor yani kral ülkeye hükmedememe sorunu yaşıyor ya da ağır vergilerle kötü bir şekilde yönetiyor ama iki olay da aslında birbirini doğuruyor. Dolayısıyla kralın otoritesi sarsılıyor ve zamanla lordların gücü kralın gücünü geçmeye başlıyor. Bu durumda da lordlar krala ”Magna Carta” tarzı belgeler yayınlatıp kendileri de kralın yetkilerinin bir kısmını alıyorlar. İşte bu noktada ilkel meclisler (bunlar danışma meclisi tarzındaydılar) halktan krallık adına alınacak vergileri belirlemek adına kuruluyorlar ve kral güçlü olduğu zaman danışma meclisi tarzında kalıyorlar ama lordlar güçlü olunca bu meclisler daha fazla yetki almaya başlıyorlar.
ç – Bu şekilde meclisler gittikçe güç kazanmaya başlıyor ve sonunda meclisler yürütme yetkisini de elimize alalım diyerek Başbakan seçmeye başlıyorlar. Başbakanlar da kendilerine bakanlar belirleyip bir liste yapıyor ve bunu meclise sunuyor, meclis onu kabul edince göreve başlıyor ve yürütme yetkisini kullanıyor. Meclis Başbakanın adeta kulağını çekip ”bizim istediğimiz politikadan ayrılma” diyebiliyor, ona güvensizlik oyu vererek görevini sonlandırabiliyor. Bazı ülkelerde meclisin bu fazla yetkisi istikrarsızlık sorunları doğururken diğer bazı ülkelerde demokrasiyi oldukça geliştirdi. Bu şekilde Başbakanlar yani Hükümetler kendi kafalarına göre değil, meclislerin iradelerine göre hareket etmeye başladı.
d – İşte bu noktada halkın yönetime daha çok katılma isteği ve toplum arasındaki iletişimin, ulaşımın güçlenmesiyle meclislere gidecek kişileri bölge halkı belirlemeye başladı. Bu şekilde demokrasi iyice güçlendi ancak bu, her bölgeden her çeşit insanın çıkabileceği kaygısını veya aynı siyasi yönelimlerin bölünmesi kaygısını tetikledi (örneğin İzmir’de milliyetçi bir vekil kazanıyor, Adana’da milliyetçi bir vekil kazanıyor ve Mersin’de de kazanıyor yani üç milliyetçi vekil meclise giriyor ama üçü birbirinin varlığından habersiz ve sistematik bir şekilde mecliste hareket edemiyorlar, hepsi kendi milliyetçilik anlayışlarına göre hareket ediyor), bunun sonucunda da partiler oluşmaya başladı. Partiler eskiden bir sürüyken zamanla birleşmeye başladılar ve artık ortalama bir çok partili demokraside mecliste etkin olarak 4-5 parti bulunuyor. Bunun dışında irili ufaklı partiler de mevcut.
e – Bu bağlamda da artık hem meclisin dolayısıyla hem de hükümetin dizginlerini eline alan halk, ülkeyi doğal olarak seçtiği kişilerin yönetmesini istedi, sadece babası kral olmuş diye kendisinin de kral olan bir kişinin yönetmesini istemedi. Bunun sonucu olarak da kralın yetkileri tamamen sembolik hale geldi. Bugün İngiltere’de kral tek başına hiçbir işlem yapamaz, yalnızca hükümetin işlemlerini imzalamak zorundadır. Hiçbir şekilde kendi başına bir iş yapamaz. Çünkü demokrasi halkın yönetimi demektir ve yöneticileri halk seçiyorsa halk görevden alabilmelidir. Ama kralları ne halk seçmektedir ne de halk görevden almaktadır. Dolayısıyla kralın bir yetkiye sahip olması demokrasiye aykırıdır. O yüzden de kral hiçbir yetkiyi kullanamaz. Kral bir şey emreder ve bu uygulanırsa orada demokrasi yok demektir.
Günümüz parlamenter sistemlerindeki cumhurbaşkanının konumu işte bu anlattığımız uzun tarihi metindeki ”kral”ın konumudur. Dolayısıyla parlamenter sistemdeki cumhurbaşkanı eski kralı, sorumsuz ve dolayısıyla yetkisiz olması gereken kişiyi temsil eder. Diyecek olursanız ki başkanlıkta neden böyle değil?
Çünkü ABD kurulurken ortada bir kral yoktu. Dolayısıyla bir kral seçip onu yetkisiz bırakmak anlamsız, gereksiz ve mantıksızdı. ”Başkan” diye bir kurum oluşturarak halkın desteğini alan bu kişiye yürütme yetkisini verdiler. Bunun da nedeni ortada krala dayanan bir geleneğin olmamasıdır çünkü ABD’de kral yoktu ve İngiltere’nin sömürgelerine yolladığı genel valilerden biri de ABD’nin başına geçmedi, ABD’de devletin yönetim şekli değişmedi, doğrudan İngiltere adındaki devletten koptular ve sıfırdan yeni bir devlet kurdular. Örneğin Fransız İhtilali sıfırdan bir devlet kurmadı zaten Fransa İmparatorluk olsa da vardı. Aynı şekilde Türkiye sıfırdan kurulmadı, öncesinde Osmanlı, Selçuklu gibi devletler vardı. ABD ise o ülkeden ayrılarak sıfırdan bağımsız bir ülke kurdu.
İşte bu nedenle ki krala ihtiyaç duyulmadı ve şunu da eklemek gerekir ki ABD Anayasası kuvvetler ayrılığı esası üzerine kurulmuştur. Parlamenter sistem yumuşak kuvvetler ayrılığı esasında gelişirken başkanlık sistemi sert kuvvetler ayrılığı esasında gelişmiştir. ABD Anayasası ne bir kişiyi tam olarak güçsüz bırakmak yoluyla meclisin onun haklarını gasp edecek kadar yüksek bir konuma gelmesine izin vermiştir ne de bir kişinin oldukça güçlü olarak meclisin haklarını gasp etmesine izin vermiştir, iki durumu da sert kuvvetler ayrılığı sistemi olan başkanlık sistemi ile engellemiştir. Tabi başkanlık sisteminin ABD dışındaki ülkelerde kuvvetler ayrılığı değil kuvvetler birliği getirdiği de ayrı bir konu.
Bu saydığımız gerekçelerden dolayı Cumhurbaşkanı sistem içinde etkisizleştirilmeli, bütün yetkileri alınmalı ve süs gibi durmalıdır. Devlet Başkanının olmadığı bir parlamenter sistem hiç duymadığımdan devlet başkanlığı makamının kaldırılmasını önermiyorum. Ancak cumhurbaşkanı adına geçen her yetki karşı-imza kuralına bağlanmalıdır.
Karşı-imza kuralını da özetlememiz gerekirse; kararın içeriğini bakanlar kurulu belirliyor. Kararı bakanlar kurulu alıyor. Tamamen bağımsız olarak yapıyor bunu. Ve Cumhurbaşkanı buna sadece ”kararı gördüm, bu karar bana başbakanlıktan gelmiş, başbakanlığın bir kararı olduğunu teyit ettim” deyip imza atıp resmi gazetede yayımlıyor, başka hiçbir şey yapmıyor. Cumhurbaşkanının yapacağı tek iş o kararın bakanlar kurulu kararı olup olmadığını tespit etmek. Yani önüne bir tane garson A4 kağıdına karalayıp bir bakanlar kurulu kararı adıyla bir şey verirse veya tuvalet kağıdına ”Bakanlar Kurulu Kararı” yazarsa onu imzalamayacak ama başbakanlıktan gelen belgeyi imzalayacak. Bu sistemde Cumhurbaşkanının imza attığı hiçbir şeyden dolayı sorumluluğu yok, imza attığı hiçbir şeyden dolayı yargılanamaz çünkü kararı alan kendisi değil, Başbakan. Dolayısıyla da Başbakan o karardan sorumlu tutulabilir, Başbakan yargılanabilir.
Teşekkürler
Okuyan herkese teşekkür ederim. Haksız yere kırdığım, üzdüğüm olduysa affedin. Üslubumu biliyorsunuz.
Yoğun yaşantımın ve kalın ders kitaplarımın arasında en kısa sürede görüşebilmek dileğiyle.
Sevgiyle kalın.